11 Temmuz 2017 Salı

Ters Düz


- Bazen sen de istemiyor musun birinin gelip seni çözmesini  ve -mış gibi  yapmak  zorunda kalmamayı, dedi kadın...

- Yok ben almayayım, dedi adam.

- “Senin buraya gelmenin sebebi sadece bizim ‘gel’ dememiz değil, ayrıca onların sana ‘git’ demeleri. hiç kimseye ‘kötüdür’ deme. Aslında onlar, bilmeden iyilik eden insanlardır.” Galiba  var her şeyin bir sebebi, bunca insan yanılıyor  olamaz.

- Elbette ki her his bir işe yarar; kimi onarır sökük diker, iğne acıtacak gibi gözükse de geçer, geçince  yama olur, kabuk tutar, zorlamazsan bir daha  da kanamaz...

- Ben yaraları oldum olası sevmişimdir, yamayla da üstünü  kapamam! Bakıp bakıp bugüne şükretmek için  varlar onlar.

- Ben de severim.

- Başkalarından gizliyorsun ama.

- Öyle... Yaranın hikayesi güzel, kabuğu değil çünkü.

- Yenilmez olmak, dimdik ayakta durmak lazım  belki, evet, ama ara sıra süngüsünü indirebilmeli insan.  İndirsin ki biri gelip yaralara üfleyebilsin. Yani diyorum ki ,birilerini almazsan içeri o kabuklar da iyileşmez.
 

- Toz bulutu olunca etraf, gözler kısık...  Kimin geldiği bilinmeden savrulur süngü ve  kalkan tam siper gövdeye...

- Hep toz bulutuysa etraf hiç dinmeyen bir çöl fırtınası  ise bu, zamanla  ortama ayak uydurabilir insan. İnsan ki her duruma alışır  ve dönüşür... Toz bulutunun ardını görmek an meselesi belki, belki gözlerini kapadığın için  gelenin kim olduğunu bilmiyorsun... Düşünsene, ya burnunun ucundaysa tam da istediğin  hayat... Ama sen kapattığın için gözlerini göremiyorsan, bir elinde kalkan, bir elinde süngü  var diye tutup alamıyorsan istediğin hayatı, yazık olmaz mı?

- Biri fırtına dindi demeli, ben nefes almalıyım, belki o an, uzun bir aradan sonra rutin günlerin  rutin sıfatına  aykırı,  kırık  dökük, tamir etmeye çalışmadan öylece ve hızla bırakıp savaşı bir çölden vahaya inmek gerekli. Hem olmaz mı yazık, göz kapalıyken bile der dil yazık olur, hadi aç gözleri diye.

- E o zaman kendini üzmeye ne gerek var ki? İstediğin  hayatı  sorular sorarak bulamazsın yaşaman gerek!

- Şimdiki sıfatlarımla, ki ne çok oldular eskiye göre, yaşıyorum diyorum.  Zaten öyle az ki sorularım, zaten her cevabı bizzat ben yaşadım. Çünkü ne sorarsan kendine tek bileni de sensin. Bu durum adını üzmek olarak almıyor artık bende. Şükürden sabra bir tahta köprü, derdim geçenlerin konforu... Bir kahkaha eksiktir hep, koca koca tebessümleri dikip birbirine onu da yapıyorum çok lazım olunca...

- Kahkaha,  ki  benim en güçlü  silahım,  hiç eksikliğini  hissetmedim. Elbet tahta köprülerim var benim de, ama geçenlerin konforunu düşünmeyecek kadar bana aitler... Soruların o kadar azını yaşadım ki, baktım  ömrüm  yetmeyecek soru sormayı da bıraktım. Kafamda net her şey  aslında  ama pratikte iyi değilim. Verilecek tüm  akılları ben otuz kere okudum, hatmettim zaten. Başka kafalar  başka akıllar bozuyor düzeni... Onları umursamamayı öğrenince sanırım huzura kavuşacağım.

- Çizip resmetmeli her cevabı, sonra şablon şablon kaydetmeli  zihne, her tıkandığında gözün önüne gelmeli. kolaydan basit olmalı, zordan karmaşık görünmeli, kimseyi dinlemeden evde küçük kâğıda alınmış  notlar sırasıyla...  Hızla adımlayıp geçmeli ayak bileğini ıslatmayan, sığ,   ama koyuluğundan derin sanılan kuytu köşeleri umursamamak zor olsa da umursanmadığını hissettirmek savuşturur kendini kelebek sanıp ateşe üşüşen bazı kanatlıları... Huzur ise üstüne bastıklarında değil başının üstüne koyup taşıdıklarındadır.  Karıştıysa yerleri, bazen kendini ters düz etmeli...

Usulca doğruldu kadın  yüzünde muzır bir ifadeyle kafasını  yataktan aşağı  sallandırdı. Tersten bakıyordu  şimdi  odaya...

-Tıpkı  böyle, dedi adam gülümseyerek...

Çabuk öğreniyordu kadın...