6 Temmuz 2012 Cuma

Nil

Dünyanın en kurak, en verimsiz topraklarında kıvrıla kıvrıla yol almaya başlamadan önce, yerin hangi katmanında oluştuğuna, nerelerden kendine yol bulup yüzeye yayıldığına akıl sır erdirilemeyen bir "hiç"ti kendisi. İmkansız olana öykünen, zoru seven bir su birikintisi. "Kendi halimde çağlayıp görenleri mest edeyim yeter" demeyecek kadar  hırslı. Öncelikli hedefi, doğası gereği, akıp yolunu bulmaktı. Yol ki ne yol, tam 6670 km! Başarırsa en uzunu olacaktı dünyanın. İz bırakacaktı. İstemek başarmanın yarısı olduğundan mıdır nedir, başardı en çok istediği kavuşmayı. Yolu denize kadar ulaşınca artık bir ismi haketti haliyle; kelimelerin yazıldığı gibi okunduğu coğrafyalarda kendisine Nil dediler. Hem "hiç" hem de "en" olduğu için daha güzel bir isim düşünülemezdi.

Küçük bir not; daha "en"i gelmedi henüz yeryüzüne...

Masal

Adettendir, bir varmış bir yokmuş diye başlar masallar. Develer ile pirelerin birer meslek erbabı olduğu, dededen kalma beşiklerin gıcırtılar eşliğinde sallandığı bir zaman diliminden bahsedilir. Geçmiş mi gelecek mi pek belli değil anlayacağınız. Mekan olarak seçilen yer ise, tabii ki, Kaf Dağı etekleri!

Klişelere devam etmek gerekirse güzeller güzeli bir kız ve dünya yakışıklısı bir esas oğlana ihtiyacımız olacaktır. Bi de bunlar garanti prens ya da prenses olurlar. Asil bir soya mensup olmak mühimdir, soysuzlar kötü roller alırlar masallarda.

Bazen olmazlar olur masallarda. Bir kurt konuşur, bir at uçar, bir fasulye sırığından devler alemine geçilir filan. Tahmin edilemezdir. Anlatanı "Masal bu ya..." diye açıklama yapmak zorunda bırakabilecek kadar saçmadır bazen.

 "...ve sonsuza dek mutlu yaşamışlar" ile biterler genelde. O kadar saçmalığın ardından bir mutlu son patlatmak gerekir çünkü.

Masallara öykünürüm hep. Bu kadar gerçekdışılık iyi gelebilir diye düşünürüm. Ama bir masala konu olabilecek bir hayatım yok. Olmasını istemediğimden ziyade olamayacağı için.

Ben bir masal olsam "bi ara varmış sonra yok mu olmuş, ne olmuş acaba" ile şuursuz bir şekilde başlayıp "sonsuza dek... Sonsuz mu? Yok artık daha neler!" ile, en güzel sona bile inanmayarak, biterdim kesin. Çünkü genelde varolanların farkına sonradan varıp kaldığı yerden doğrultmaya çalışır, olmayınca da bırakıp gitme eğiliminde olmuşumdur ben. Mücadeleci değilim demiştim, değil mi?