11 Haziran 2012 Pazartesi

Special Death... Hell Yeah!



La la lalal laaa!

Shhh...

Beni tanıyanlar bilir, sessiz kalmayı sevmem ben. Kalamam da zaten. Susarsam foyam meydana çıkar diye korkarım. Bu yüzden durmadan anlatırım. İçimde kalmasını istemediklerimi salarım atmosfere, benim olanlara yer açılsın içeride diye... Lafını esirgememek, dobralık ya da zehrini kusmak değil bu yaptığım. Hatta tam tersi tüm zehri içimde bırakırım, esirgediğim laflar içimi kemirir durur ama ben güzel olanı, şirin olanı anlatırım sadece... Çünkü oldum olası sevilmek bir saplantı olmuştur bende. Gün olur da beni sevmezler diye ödüm kopar. Daha küçücük bir çocukken bile yolda durdurup beni sevmediler  diye depresyona girermişim. Bu yüzden, iyilikleri yüzeye, bulanık olanı içerilerde bir yerlere yerleştirmeyi huy edinmişimdir.  İnsanların yüzeysel olduklarını bilirim çünkü. Sığ sularda, ayakların yere değmesi şartıyla yüzüyorlar ise rahat ederler. Derinlerde ne var diye bakmaya cesaret edemezler. Bu zaaflarını bildiğin zaman kendini saklayabiliyorsun derinlere, kimsenin seni rahatsız edemeyeceği bir yere...

"Peki, hangisi gerçek sensin? Yüzeydeki mi, derindeki mi?" diye sormayın. Gerek yok. Klişe bir ying yang metaforu yaptırtmayın bana. Kaldı ki, gerçek olmak da pek umurumda değil. Hayal olabilmek varken neden ete kemiğe bürünmeye öykünür insan? Neden gerçeği bulmak için cebelleşir? Hayali kahramanlar gişede hasılat rekorları kırarken tutup gerçek ama sıradan olmayı kim ister?

Neyse... 

Ben biraz susacağım bu aralar. Ne iyi, ne de kötü! Nötr olacağım bir müddet.