13 Haziran 2023 Salı

Samatya

Hiç gidilmemiş bir meyhanenin pek de kuytuda olmayan masasında oturuyordu adam. Tabağındaki mezelerden kalan kırıntıları çatalıyla bir o tarafa bir bu tarafa itiyor, bunu yaparken de düşünüyordu çocukken yaşadığı talihsiz bir anıyı. Çatalın tabakta çıkardığı sesten rahatsız olanlar oldu ama adam umursadı. Rahatsız edilmiş tüm anlarının acısını kafasında kurup dururken başkalarını düşünemezdi. Kaldı ki kulakları duyabildiği için şanslı sayılırlardı. Bunu düşününce yine canı sıkıldı.  Her an kavgaya hazır kasları gerilmişti yine. Huzur bulmaya gittiği mekanda yine dişlerini sıkmaya başladığını farketti ve çatalı bırakıp ciğerlerindeki havayı boşaltırken arkasına yaslandı. 

Sahi neden böyleydi? Neden durduk yere bir öfke kabartısı oluyor ve içindeki denizler taşıyordu? Neden hep haksızlığa uğramış hissi ile mücadele ediyor ve her defasında yeniliyordu? Cevap belliydi ama kabul etmek istemiyordu. Bunu kendi kendine bile itiraf etmek zordu. 

Aynı meyhanenin bir diğer masasında oturuyordu kadın. Rakı kadehini evirip çeviriyor dökecek gibi oluyor ama hep son anda yakalıyordu. Hayatı işte hep böyle ramak kalalar ve teğet geçmelerle doluydu. Kötü ya da iyi şeyler olayazıyor ama olmuyordu. Bir zamanlar, bir hayli gençken, bir amaç uğruna dünyaya gönderilmiş biri olduğunu hayal eder, bu amacı arar, bulamamaktan yorulur ama pes etmezdi. Şimdilerde ise  yaşadıklarını yaşamış ve hiç ulvi bir amaca hizmet etmediğini anlamış olmanın tuhaf bir hayalkırıklığı vardı üstünde. Hiç bir şey planladığı gibi gitmiyordu. 

Meyhanenin boğuk plağından çalan cızırtılı ve kasvetli şarkıyı dinlerken yine kendini boş bir teneke kutu gibi hissetmeye başlamış, canı sıkılmıştı. Kafayı dağıtmak için etrafındaki insanları inceleyip onlara dair hikayeler uydurmaya karar verdi. Bu akıl oyununu oldum olası sever kafasını dağıtmak için sürekli bu oyuna başvururdu.

Tam karşısında yaşlı  bir çift oturuyordu. 40 bilemedin 50 senelik bir aşk hikayesinin kahramanları olduklarını hayal etti ama bu hikaye heyecan vermediği için gözlerini diğer masaya çevirdi. 4 kişilik bir erkek grubu aşırı hareketlerle birbirlerine bir şeyler anlatıyor, gülüyor, şakalaşıyorlardı. Masada dönen muhabbetin sığlığı yüzlerindeki gevrek gülüşlerden belli oluyordu. Yüzü ekşidi ister istemez kadının, okuduğu üniversitedeki erkek egemenliğinden dolayı oldukça aşinaydı bu tip sohbetlere, konuların varacağı en alt seviyeyi biliyor ve erkeklerin medeniyetten inanılmaz bir süratle uzaklaşabilme kabiliyetlerine her defasında şaşırıyordu. Diğer masadaki fazla süslü  ucuz parfümlü dilberlere takıldı gözü sonra,  erkek masasına meylettiklerini tüm hücreleri ile belli ediyor ve  bundan hiç de gocunmuyorlardı. Ellerindeki sigaraları ardı ardına yakıp söndürüyor böylelikle yan masa ile çakmak alışverişi bahanesiyle irtibatı hiç koparmıyorlardı. Sigara içmek hiç bir kadına  yakışmıyor diye düşündü kadın. 

Sonra gözü adamın olduğu masaya ilişti. Tek başına oturmuş tabağıyla kavga eden adamın olduğu masaya… Suratını çok seçemedi önce biraz eğilip bakması gerekti. O zaman gördü; bin yıldır gülmeyen bir mermer gibiydi adamın yüzü. Donuk ve soğuk… Susuyordu adam, yanında kimse olmadığından ya da konuşacak konu olmadığından değil. Onunki bir susma haliydi. Gizemli olmaya da çalışmıyordu sadece kök gibi oturup susan biriydi işte. Gözleri kaşlarının gölgesinde kalmış gizleniyor gibiydiler. Bir hikaye kahramanı olamayacak kadar tekdüze görülse de içinden bir ses bununla sınırlı olmadığını söylüyordu kadına. Merak etti iyice ve dikkat kesildi. 


Tam o anda buluştu gözleri. Kadın yakalanmış olmanın utancıyla gözlerini kaçırdı ama uzun süre başka yere bakamadı kirpiklerine laf geçiremiyordu. Adam belli ki gözünü hiç kaçırmamış hatta kırpmamıştı bile. Yine buluştu gözleri. Saniyelerce bakıştılar. Sonra adamın sağ kaşı dünyanın tüm yelkenleri suya inmişçesine eğilip büküldü. Bu, hem bir anlık teslim oluş, hem davetkar bir “gel” hem de sessiz bir “yapma” deyiş gibiydi. 

Tüm savaşlardan kararlı bir inatla kaçmıştı kadın. Şimdi de kaçması gerektiğini biliyordu ama gidemeyeceğini alışık olmadığı bir kabullenişle anlamıştı. Kayıtlara geçecek pek çok anı için kayıtsız kalamayacaktı.

Peki, dedi içinden, peki öyle olsun.

18 Haziran 2022 Cumartesi

Gün


Göğün yüzü asıktı, herkese küsmüş de sırtını dönmüş gibiydi.  Bulutları kalkan yapmıştı adeta. Hınzır güneş kendini göstermeye çekinmiş, sessizce bu haleti ruhiyenin geçmesini bekliyordu.
Yağmur  bile tripliydi, bulutlara inat dökmüyordu içini.
Öyle bir gündü işte…
İç sıkıntısının sebebi gün müydü yoksa o içsel sıkıntının izdüşümü müydü günü boğan belli değildi.

Böyle zamanlarda her zaman yaptığı gibi matematiğe sığındı kadın, artıları bir, eksileri bir kefeye koyup tarttı. Sonuç pozitifte kalmıştı yine, şaşırdı. 

Şimdi kendine daha çok kızıyordu. Daha ne istiyordu? Malihulya illetine lanet okudu sonra. 

Durup durup düştüğü kuyunun dibinden yukarı baktı. Çıkacaktı elbet ama sakar aklı her seferinde yine takılıp düşecekti bu gözü görmeyen kuyulara.
Yorulduğunu hissetti, en güzeli uyumaktı, hiç bir şey olmasa sabah olacak diye avunup kapadı gözlerini…


9 Haziran 2022 Perşembe

Epey oldu

Epey oldu 
bir şarkıyı kıskanmayalı,  
o şarkının içinden defalarca geçmeyeli, 
karnındaki kelebekleri etrafa saçmayalı, 
susmak gerek deyince parmağını dudağına götüren hemşire fotoğrafını hatırlamayalı, 
sustukça yuvarlana yuvarlana büyüdüğünü izlemeyeli… 

Tarih ve onun tozlu sayfaları görmüş geçirmişti belki buna benzer hikayeleri, sadece piyango bize vurmaz sanıyorduk belli ki…

Zaman  min-el evvel kıymetliydi elbet, ama saniyeler donsun istemek yeni…

Söylenen her kelimenin kayda değmesi ve kayda geçmesi gerek sanki…

Her ne ise bu hal, iyi ki…