4 Nisan 2012 Çarşamba

Arsonist

Bir zamanlar yazardım. Sadece yazarak anlatırdım kendimi. Cümlelerim sese bürününce etkilerini kaybediyorlar diye düşünürdüm. Sonra uzun zaman yazmadım. Hiçbir kelime sarfetmedim. Ağzımdan sesler çıktı durdu. Sözlük anlamları vardı elbet ama benim için sadece sesten ibarettiler. Bana değil, ortak kullanıma açık olan dillere aittiler. Sonra birşey oldu, adını tam olarak koyamadığım, nerden geldiğini anlayamadığım, pek aşina olmadığım bir şey. Bunu yazarak anlatamazdım, kayıt altına alınmamalıydı. Hal böyle olunca konuşayım dedim. Ne de olsa konuşunca seslerin bozuk frekansları yüzünden cümleler anlamlarını yitireceklerdi. Emindim bundan. Büyüsü kaçacaktı her şeyin. Böylelikle altetmiş olacaktım bu beklenmedik hamleyi. Konuştum. Sesleri birbiri ardına sıraladım. Atmosfere güvendim bozacak herşeyi diye. Bozmadı. Gizlenmek için başvurduğum yöntem geldi aklıma. Dalgaya vurdum işi. Dalgaya güvendim alıp götürür diye. Olmadı. Yine ayaklarımın dibine getirip bırakıverdi. Baktım ki kaçamıyorum söylenecek herşey söyleyeyim de bitsin dedim. Bitmesini diledim hatta mücadele ettim. Bitmedi. Bir çığlık atayım ciğerlerimdeki tüm havayla birlikte çıksın gitsin istedim. Çığlık ki her zaman yeri göğü inletmesi ile ünlüdür, tek bir ses çıkaramadı. Uğraştım ses, nefes ya da her ne ise çıksın diye. Olmadı. Ağlayayım en iyisi ben aksın gözlerimden dedim. Akanları küçük ellerime doldurdum, aradım var mı diye. Yoktu. Yine içerilerde bir yerde kalmayı başarmıştı.






Baktım olmuyor. Ben de yağmuru ateşe verdim.