Yıl geçti.
Kış, güz ve yaz geçti, gitti.
Sordum kendime neredeydin diye… Ama cevabı adın gibi bilsen de, söylesen yer ile yeksan olacağını bildiğinden susmak en doğrusuydu bazen.
Kendiyle konuşurken bile kaçıp saklanacak yer aramaya başladığında anlıyor insan; hızlı koşmak çözüm değil. Kendinden kaçamıyorsun sonuçta…
Peki, kuyruğunu kovalayan kedi misali dönüp durmaktan mıdır bu baş dönmesi? Yoksa başını döndüren, hep başa dönen ve iflah olmaya niyetli olmayan asi ama zapturapt edilmiş ruhun mudur?
Hep biri gelse diye bekleyen ama en çok kendisinin çıkagelmesini uman bu halet-i ruhiye ile savrulup durmaya ne kadar dayanacak Adem’den olma Havva’dan doğma bu nefer?
Sorgulanmaktansa sorular sorarak dertleri savuşturmaya, zaman kazanmaya çalışan bir beceriksizin uzun zaman sonra biraz kendini açması değil de ne bu yazının amacı?
Hepsinin ötesinde, en azından bir şey var…
Evet, uzak durulmaya çalışılıp hep kucağına düşülen tesellisi kendinden menkul hüzünlü bir yüz var ve tüm görmezden gelmelere rağmen iyi ki var…